GALİBİLİK
Galibi Tarikatı (Galibilik): Kadiri ve Rufai tarikatlarının birleşiminden doğan, Muhammedi Tasavvufun bir koludur. Peygamberinin getirdiği ahkam dan ayrılmadan, zamanın haramiyeti belli olanların dışında, medeniyet ve teknolojiyi Tasavvufi bir anlayış içerisinde dinin vazgeçilmezi kabul eden H.Galip Hasan Kuşçuoğlu'nun, Kuran ve Hakikatten ayrılmadan, Emri İlahiler ışığında, Asrın idrakı ile, Dini anlayış ve dünyayı görüşüne göre, 21.yüzyılda sistemleştirdiği; mezheb olarak Hanefi, meşrep olarak Alevi olan Muhammedi bir tarikattır.

EĞER FORUMUZA KAYITLI DEĞİLSENİZ KAYIT OL SEKMESİNE TIKLAYARAK 1 DAKİKA İÇİNDE KAYIT OLUN . FORUMUMUZDAN SINIRSIZ YARARLANMAK VE PAYLAŞIMLAR YAPABİLMEK İÇİN SİZLERİ BEKLİYORUZ . ÜYEYSENİZ GİRİŞ YAP SEKMESİNDE FORUMA GİREBİLİRSİNİZ .

Join the forum, it's quick and easy

GALİBİLİK
Galibi Tarikatı (Galibilik): Kadiri ve Rufai tarikatlarının birleşiminden doğan, Muhammedi Tasavvufun bir koludur. Peygamberinin getirdiği ahkam dan ayrılmadan, zamanın haramiyeti belli olanların dışında, medeniyet ve teknolojiyi Tasavvufi bir anlayış içerisinde dinin vazgeçilmezi kabul eden H.Galip Hasan Kuşçuoğlu'nun, Kuran ve Hakikatten ayrılmadan, Emri İlahiler ışığında, Asrın idrakı ile, Dini anlayış ve dünyayı görüşüne göre, 21.yüzyılda sistemleştirdiği; mezheb olarak Hanefi, meşrep olarak Alevi olan Muhammedi bir tarikattır.

EĞER FORUMUZA KAYITLI DEĞİLSENİZ KAYIT OL SEKMESİNE TIKLAYARAK 1 DAKİKA İÇİNDE KAYIT OLUN . FORUMUMUZDAN SINIRSIZ YARARLANMAK VE PAYLAŞIMLAR YAPABİLMEK İÇİN SİZLERİ BEKLİYORUZ . ÜYEYSENİZ GİRİŞ YAP SEKMESİNDE FORUMA GİREBİLİRSİNİZ .
GALİBİLİK
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

HACI HASAN GALİP KUŞÇUOĞLU (VİKİPEDİ)

3 posters

Aşağa gitmek

HACI HASAN GALİP KUŞÇUOĞLU (VİKİPEDİ) Empty HACI HASAN GALİP KUŞÇUOĞLU (VİKİPEDİ)

Mesaj  YUSUF Perş. Nis. 22, 2010 10:41 am

HAYATI

1919 yılında Çorum'da derviş anne ve babadan dünyaya geldi.

Çocukluğu, Kadiri ve Rufai Şeyhi Ali Ahıskavi'nin yanında geçen Kuşçuoğlu, 7 târikten icazetli Çorumlu Şeyh Hacı Mustafa Anaç'ın hizmetinde bulunarak ondan tasavvuf ilmi tahsil etmiştir. Amcası H.Bekir Kuşçuoğlu Mevlevi ve Nakşi Şeyhidir. Çocukluğu tasavvufi ortamlarda geçen Galip Hasan Kuşçuoğlu, tek eşli olup ailesinin geçimini mobilya ustalığı ve tüccarlık yaparak temin etti.

Tasavvufa bağlı olan Galip Hasan Kuşçuoğlu 1950 yılında Ali Sezâî Kurtaran'ın Halifesi Kadiri ve Rufai Şeyhi Mustafa Yardımedici'ye intisab(Şeyh i vesile bilerek Allaha verilen söz) etmiş, 1956 yılında halifeliği (icazet) verilmiştir.1993 senesinde Galibi tarikatını tesis etmiş ve sistemleştirmiştir. Çağdaşlığın gerekliliğine dair çeşitli vurgular yapmış olan Kuşçuoğlu ayrıca "Allah vardır diyen herkes Müslümandır. "Peygamberler din getirmemiş İslamiyet üzere gelmişler, şeriat getirmişlerdir. Hepsinin şeriatı haktır. Kişi hangi peygamberin şeriatına bağlıysa o isimle anılır (Muhammedi, İsevi, Musevi gibi)" bu düşüncelerin hayat sistemi olduğunu söyler. [1] Dinler arası diyaloğu da savunmaktadır. [2]

Eserleri


* Muhtaç Olduğumuz Kardeşlik[1].
* Tasavvuf ve Zikrullah[2].
* Metafizik 1[3].
* Metafizik 2[4].
* Merhameti İlahiden Rahmet Damlaları[5].
* Hz.Kuranda Tesettür,Hicap ve Edep[6].
* Galibi vazifelilerinin Tarik-i Mustakim Mekarimi Ahlak Tasavuf prensipleri[7]
* Mini Hac Rehberi

Hakkında Yazılan Eserler


* Ortadoğu üniversitesi yüksek lisans tezi (İslamda Tasavvuf ve Galibilik)[8].
* Uludağ Üniversitesi İlahiyat fakültesi Temel İslam Bilimleri bölüm tezi.[9].
* 100.yıl İlahiyat fakültesi Tasavvuf bilim dalı Lisans tezi[10].
* Ankara gönül erleri ( yazar Sıddık Demir)[11].
* Piran (Mustafa Özdamar Kırkkandil Yayınları)[12].
YUSUF
YUSUF
Admin

Mesaj Sayısı : 248
puan : 20994
Kayıt tarihi : 21/04/10
Yaş : 33
Nerden : ANKARA

https://galibi.yetkin-forum.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

HACI HASAN GALİP KUŞÇUOĞLU (VİKİPEDİ) Empty HAYATINDAN BAZI KESİTLER(Ben de bugün irademle çalışmıyorum)

Mesaj  By_Carpe_Diem Perş. Nis. 22, 2010 4:47 pm

“Aylardır beni alışa geldiğim çalışma zevkinden değişik sebeplerle tezgaha yaklaştırmayan, elime takım almama müsaade etmeyen Rabbime desem ki: “Ben ihtiyarımla çalışmıyorum.” Tembel tembel bir köşeye çekilsem, bilmem beni nasıl çalıştıracak. Bu merak haşa, isyan değil, mutmain olma arzusu beni küstahlaştırdı.

Atölyem iki kat idi. Zeminde makineler vardı. Üst katta işler monte ediliyordu. Üst kata çıkmak için merdiven, merdivenin altında mütevazi yazıhanem vardı. Merdivenin ortasına oturdum. Merak ediyordum, “ihtiyarımla çalışmıyorum” der isem beni nasıl çalıştıracaktı? Bu arzumu küstahça yaptım. Hazret-i ALLAH ’a hitaben:

“--Şu anda ben ihtiyarımla çalışmıyorum ve buradan da kalkmıyorum” dedim.

Aradan bir kaç dakika ya geçti, ya da geçmedi. Kapıdan iri yapılı, uzun boylu, gözleri kızarmış, akıl hastanesinden kaçmış, tipik bir adam azmanı (Niğdeli Mustafa Efendi), sanki benim terbiyem için hususi yaratılmış, kapıdan girerken:

“--Neredesin ulan?! Gel arkam sıra” dedi.

Öyle celalli idi ki... Aklı da alınmıştı. Gayr-ı ihtiyari korku ve ürperti sarmıştı beni. İtiraz etmek şöyle dursun, titrek sesle:

“--Takım alayım” dedim.

Ona da müsaade etmedi:

“--Lüzum yok” dedi.

İtiraz edersem akıbetimi görür gibi oluyordum. Derhal emre icabet ettim. Düştüm peşine... Ankara Denizciler Caddesi’nde Marmara Hamamı’nın bitişiği Beyrut Palas’ın zemininde bir odaya girdik. Dört tarafı tavana kadar yüksek dolaplarla çevrili idi.

“--Bu dolapları sök” diye emir verdi.

Bir keser, testere, tornavida, kerpeten... Getirdiği takımlar bu kadardı. İşçi getirmeme de müsaade etmedi. Kendisi de odanın ortasına oturdu. İş bitene kadar ayrılmadı yanımdan. Hava kararmıştı. Sökme işi de bitmişti. Ter tabanımdan akıyordu. O günkü yorgunluğumu hiç unutamam...

Cenab-u Hakk’a yaptığım küstahlığı çok ağır ödemiştim. Dünyevi ceza verilmişti bu abd-i acize. Aff u mağfireti sonsuz Rabbim af etmiştir ümidi tesellimdir.

Bilmem gerisini anlatmaya gerek var mı? Anlatayım: Hazret-i ALLAH ’ın kullarına buyurduğu “işi ehline veriniz” cidden Hazret-i ALLAH bu işi ehline vermişti. Halik-ı Zü’l-Celal için, hadiseyi zuhur ettirecekse o anda o kişiyi o olaya layık olmasa da olaya uygun oluvermesi için hemen halk etmesi ALLAH için zor değil, mesafe ve zamana da ihtiyacı yok!..

Niğdeli Mustafa Efendi’nin ahlak ve huyunun tebeddülatında bariz gördüm ki, bir anda her şeyi değiştiren yaratıcının Hazret-i Halik-ı Zü’l-Celal olduğunu... Rabbimin bu sıfatını ezberlemiştim, amma bu olayda yaşadım. Hiç unutmamak üzere iyi öğrendim. Rabbimin bu ismini, bu sıfatını bir daha hiç bir hadise ve olay bu abd-i acize büyük söz olmasın bu tür günahı işletemez, inşallah.

... Niğdeli Mustafa Efendi durduğum evin yakınına taşındı. Komşum oldu. Mizacının sertliği doğruluğundan geliyordu. Temiz kalpli, imanlı, pırlanta gibi, örnek insandı. O hadisenin tesirini üzerinden atamıyor, beni her gördüğünde eziliyor utancından yüzü kızarıyor, “affet beni, ben öyle insan değildim. Nasıl reva gördüm sana o muameleyi?” diye üzüntüsünden kahroluyordu. Nedenini anlatmak istedimse de anlatamadım, münasip bir zemin, zaman bulup da. “Bu hadise benim bilgisizliğimden kaynaklandı. Senin suçun yok” diyemedim. Belki o da o yönlü terbiye olmaya muhtaçtı. Uygun bir zamanda sordum:

“--Cinayet işlemeye müsait gibi bir halin vardı!”

“--Doğru” dedi. “O anda kendimde değildim. Muhakemem de yoktu.” ...[23]

Ürdün’deki bir hatırasını ise şöyle ifade etmektedir:

“Ürdün’de başıma bir hadise geldi. Fî tarihinde. Çok eski. Bir kahvede oturuyoruz Ürdün’de. işte yolculuk Hicaz’a. Eskiden pek gelir giderdik böyle. bir yüz başı var orada Türkçe biliyor. Biz biraz gururlandık, kibirlendik, Osmanlı size neler yapmadı falan. Yahu Allah gani gani rahmet eylesin sizi de bir zamanlar ihya etti deyince yüz başı kızdı bana. Dedi ki, ne yaptınız söyle bana. Dört yüz sene emrinizde kaldık ne yaptınız bize. Şimdi ben apıştım. Dedim ki, bilmem neredeki, sarayı, bilmem neredeki sütun, bilmem neredeki cami. Başka yok, başka yok. dört yüz sene siz geri gittiniz bizi de tuttunuz. Tuttunuz bırakmadınız yakamızı, biz terakkî edemedik, siz bıraktıktan sonra biz terakkî ettik, adama kızdım. Milliyetçiyim ben, ben iyi milliyetçiyim Allah bunu almasın üzerimizden. Hayır bir Müslüman’da milliyetçilik davası güdülmez de, fakat o Osmanlıya hakaret ediliyor.”

By_Carpe_Diem

Mesaj Sayısı : 35
puan : 20403
Kayıt tarihi : 21/04/10
Nerden : ANKARA

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

HACI HASAN GALİP KUŞÇUOĞLU (VİKİPEDİ) Empty HAYATINDAN BAZI KESİTLER(zamanı durdurur, zaman içinde zaman halk eder Hazret-i Allah (c.c.)

Mesaj  By_Carpe_Diem Perş. Nis. 22, 2010 4:49 pm

[b] “Tahminen 1958 senesinde, Dış İşleri Bakanlığı’ndan kapalı zarf usulü aldığım ve taahhüt edindiğim işleri, Ankara Hacıdoğan semtindeki marangoz atölyemde taahhüt ettiğim mobilyaları yapmakla meşguldüm. Dış İşleri Bakanlığı levazım ve ağırlama müdürü, muhasebe müdürü, bir kaç daha yetkili zevat:

“--Hoca işlere bakmaya ve kahve içmeye geldik” dediler. Geliş normaldi amma benim zamanım müsait değildi. Şeyhim Efendim Maraşlı Hacı Mustafa Yardımedici bu abd-i acize akşam namazını Hacı Musa Camii’nde kıldıktan sonra bir yere davete gideceğimizi söylemişti. Yerini bildirmemiş, ben de adres sormayı lüzumsuz görmüştüm. Çıkmak üzere idim. Vakit yaklaştı. Ancak yetişirdim akşam cemaatine. Zamansız gelmişlerdi tetkik heyeti misafirlerim.

Çaylar, kahveler içildi. Lüzumlu konuşmalar yapıldı. Benim akşam cemaatine yetişmek imkanım tükenmiş, yakın camilerden ezan sesleri geliyordu. Misafirlerim de daha rahat yerleşiyorlardı yerlerine. Ben ise Rabbime yakarıyordum “bu işi düzelt” diye.

Sakın demeyesin: “Ne olurdu bu davete de gitmesen? Kıyamet mi kopardı?”

O manevi halimi lisanen ne ben anlatmaya muktedirim, ne de sen mübarek kardeşim anlamaya henüz mana yapın ve düşüncelerin ayarlı... Hazret-i ALLAH bil cümle kullarına bu duyguyu ve yaratanına yaklaşma özlemini çok çok ihsan etsin ve bu tür rahmetini geri almasın. Ekici kılsın. Manasız bilici kılmasın. Tertip ve tanzim kıldığı mana aleminden habersiz eylemesin. Bilmeden düştüğü mana inkarcılığından kurtarıp, ilm-i zahirini de ilmi batını ile mücehhez kılıp cümlesini zü’l-cenaheyn eylesin, amin.

Çünkü gönül ilmi ile takviye görmeyen fiziğin, manevi yapısı olan metafizik yoksunu erbab-ı ilim bu alemde çok cesurdurlar. Bu cesaretlerinin nedeninde yalnız akıl yolu ile her dava ve tertib-i ilahiyi çözeceklerinin zannı galiptir. Yeteri kadar gönül ehlinin mana hallerine vakıf olamadıklarından ehl-i tasavvufun zikrinin ve fikrinin emr-i ilahi üzere olduklarını bilemediklerinden gerçek aşk ehlini inkardan başka sermayeleri yoktur. Bu zaaflarının ürünlerini her an görmek mümkündür.

ALLAH kelamı olan Kelam-ı Kadim’in harflerine dokunmazlar fakat manasına işlerine geldiği gibi mana vermekten çekinmezler. Müsaade edilen içtihattan habersizdirler amma mana tahrifatına gelince “cihat yapıyorum” zevki ile yaşarlar. Amma bu kardeşlerimiz henüz müslümanlıkla, müminliği ayırt edemediler. Mümin sıfatının zirvesi olan kelime-i şahadeti henüz imanla yükümlü olmayan Müslüman’da arama gafletine kapıldılar. Hazret-i Kur’an’da ALLAH ’ın buyruğu adına zuhuru görülen mana adına Hazret-i Rasulullah (s,t,a,v) Efendimize ihsan edilen ilim adına utanç verici telkinlerinde halâ hakikat dışı bu telkinlerini devam ettirmeye çalışıyorlar, “İslâm’ın şartı beş” diye. Ayeti tekrar görelim: Bismillahirrahmanirrahim. “Bedeviler dediler ki: “İman ettik.” De ki: “Siz iman etmediniz, amma “müslüman olduk” deyin. İman henüz kalplerinize yerleşmedi. Şayet ALLAH ’a ve peygamberlerine itaat ederseniz amellerinizden bir şey eksiltmez. Çünkü ALLAH çok bağışlayan, çok esirgeyendir.” (Hucurat Suresi, 14)

Hazret-i Allah’a lütfettiği Din-i İslam’ı öğretmeye kalkacak kadar aptalca bir fanatizmin peşinde koşan ideolojik İslam savunucularının artık aklını iyi kullanmaları gereklidir. Zaman yalnızca duygusallık ve akılsızlık değil, bilgi, sabır ve idrak zamanıdır. Günâh-ı kebâir dışında güzellikleri görebilme,bulabilme, ve yaşayabilme zamanıdır. O zaman bu yaşamın ismi İslamiyet’tir. Bana yönelenlerin yoluna uy.” (Lokman Suresi 15) Bu âyeti celîlenin anlamına dikkat et.

Misafirlerim gittiler. Olanca gücümle, koşarcasına gidiyordum Hacı Musa Camisine. Caminin yakınındaki kahvede, gittikleri yeri bilen bir kişiye rastlarım ümidi ile camiye geldim. Kapısı açıktı. Kapıya yaklaşıyordum ki, ezan okunmaya başladı. Bu metafizik olay karşısında şok olmuştum. Ezan niye okunuyor? Bir hadisemi vardı?!.. Merakla camiye girdim. Hayret! Cemaat tamam. Müezzin kamet getirdi. Kurra İmam Hacı Mustafa Efendi akşam namazının farzını kıldırdı. Sünnetleri kıldık. Tesbihat ve dualar okuduk. Cemaat dağılmaya başladığı zaman müezzin Müslüm Efendi’ye hayretle sordum:

“--Niçin bu gün akşam namazı geç kılındı? Sebebi nedir?” diye. Demez mi ki:

“--İki dakika erken okudum ezanı, hocamın davetine gideceğiz diye!”

Bu metafizik olayın şoku üzerimden halâ geçmedi; geçeceğe de benzemiyor.

İmanıma ve aşkıma yön veren, rahmet-i ilahiden başka yönü olmayan bu ve buna benzer inanç, safiyet, ve sadakat tecellileri –ki, metafizik olayları anlata bilirsem bahtiyar olurum-- ademlikten terakki edip insan olanlar anlarlar ve zevkine ererler. Hazret-i ALLAH imanın ürünü olan bu rahmetinden cümle kullarını nasipli kılsın, inşallah .”

By_Carpe_Diem

Mesaj Sayısı : 35
puan : 20403
Kayıt tarihi : 21/04/10
Nerden : ANKARA

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

HACI HASAN GALİP KUŞÇUOĞLU (VİKİPEDİ) Empty HAYATINDAN BAZI KESİTLER(aşk yolunda sevmen gerekli olanları sevmeden ilâhî aşk makamından sevgi mi bekliyorsun)

Mesaj  By_Carpe_Diem Perş. Nis. 22, 2010 4:51 pm

[b]Galib Efendinin seyahatleri O’nun manevi hayatında büyük tesirler yapmıştır. Özellikle hac yolculuğu sırasındaki Kudüs ve Bağdat ziyaretlerini bizzat kendisi örnek olması açısından dile getirmiştir. Bunlardan Bağdat ziyâretini Metafizik’te; aşk yolunda sevmen gerekli olanları sevmeden ilâhî aşk makamından sevgi mi bekliyorsun, başlığı altında şöyle anlatmaktadır:

“Husûsi arabamızla beş arkadaş Bağdat’a gittik. Beş, altı gün Bağdat’ta kalacaktık ziyaretler için. Bilahare Basra, Kerbela, Necef, ziyaretlerinden sonra hac için Taif yolundan Mekke-i Mükerreme’ye gidecektik. Otele yerleştikten sonra kaldığımız otele yakın olan Gavsu’l-a’zam Abdulkadir Geylani Hazretlerini ziyarete gittik. Cümle kullarına merhamet ve rahmet-i ilahiden iktidarı nispetinde yerine getirilen kulluk vecibesini samimiyetle ifaya gayret gösteren, aşkı ilahiden nasibini almış, Hazret-i Muhammet Mustafa (s.t.a.v.) Efendimiz’in manevi deryasından cümle ehl-i aşka kıyamete kadar dağıtmaya ehil, merciinden vazifeli kılınan, bugün dahi Hazret-i Allah’ın ehl-i aşka ihsan eyleyip, tasarrufatının bariz zuhurunun aşikare görüldüğü adetsiz rahmet merciinden bir tanesi, Hazret-i Allah’ın rahmetinden getirdiği şeriatı ile yükümlü olduğumuz Hazret-i Rasulullah’ın verasetinin vazifelisi ve nedim-i ilahi, ehl-i aşk için tahsis edilen rahmet-i ilahiye ve aşkı ilahinin dağıtım kapılarının cesametlisi; ben ilim şehriyim, Ali kapısıdır, hitabıyla Rasulullah’ın işaret buyurduğu rahmet-i ilahiye vesile, ehl-i aşkın büyük kapısı Gavsü’l-a’zam Seyit Abdülkadir Geylani (kaddesallahu sırrahu) Hazretleri’ni ziyarete gelmiştik.

Her tarafta dolu dolu, edepli, mekarim-i ahlakın içten ve dıştan göründüğü ehl-i aşk Gavsü’l-a’zam’ı ALLAH için ziyarete gelmişler. Cümlesinin manevi doyumları belli yüzlerinde. Musluğu kapanmayan yaşlar gözlerinde. Aşk sarhoşluğu belli umumi hallerinde. Gıpta ile seyrediyordum. Hayret: Bu abd-i acizde, gördüğüm mesut simalardaki rahmet-i ilahinin zerresi dahi yoktu! Maneviyat fukarası ve müflisi olmuştum. “Taştan, topraktan ne istiyorsun?” Diyen hakikat gariplerinin taşıdığı imanı kemiren virüs bu abd-i acizde olanca cesameti ile sırıtıyordu. Feyzim alınmış, manevi duygum yok olmuş, aşk-ı ilahilerin zuhur mercilerine müteallik kılınan imanım da yok olmuştu...

Rahmetli Anacığımın, Hazret-i Allah’ın emrine ters düşen bir hal gördüğü zaman yaptığı uyarıyı anımsadım. Üzerine basa basa:

“--Aman oğlum, Allah insanı taş eder!” Derdi. Bu söz benim istihza konumdu. Derdim ki:

“--Ana, taş olmuş bir insan göster ki, inanayım!”

Anamı aciz bıraktığı mı zannederdim. İşte anacığımın o mübarek sözlerini iyi anladım; taş oldum. Maneviyat müflisi olmuştum. Ne beklentiler, ne duygularla binlerce kilometreyi kat etmiştik. Fakat gönül kapım kapanmıştı. Açılır zannı ile taraf-ı etrafıma karşı utancımdan yapmacık aşk gösterileri yapmaya yeltendim. Yaptımsa da olmadı, yapamadım. Maddi ve manevi hayatımda sahtekarlığa yer yoktu... Delirmiş gibi dışarı fırladım. Sitemlerim yaratanıma idi. Otele gelene kadar neler demedim ki, neler... Hamd olsun ki, müracaat kapımı açık bırakmışlardı. Küstahça daldım içeri. Şımarmıştım. Yaratanıma mırıldanıyordum amma yüksek sesle. Oteldeki odamda kimse yoktu. Sırt üstü uzanmıştım, elbisemle yorganın üzerine. Diyordum ki.

“--Hani, zatının nerede rahmet-i, merhamet-i ilahin?... Binlerce kilometre yolu bu abd-i acizini taş etmek için mi getirdin?...”

Gözlerimi gayr-ı ihtiyari diktiğim karşıdaki duvarda yüksekte bağdaş kurarak oturan Şeyhim Efendim Hacı Mustafa Yardımedici’yi gördüm. Gülüyordu benim halime ve:

“--İyi bil! Yağma yok! Burayı sevmeden başka yerlerden sevgi bekleme” diyerek gülüyordu.

İki ayağını bileklerinden tuttum aşk ile. Çaprazlama kıvırdım da dedim ki:

“--Seni sevmek, ne demek; yerim seni çıtır çıtır aşkımdan.!”

O mübarek ayakları kıvırmakla gayr-ı ihtiyari rahmet kapısını açmışım meğer. Gayr-ı ihtiyari almışlar, gayr-ı ihtiyari içeriye girmişim. Çünkü birden inkar zail olmuş, imtihanım bitmiş, yerini rahmet-i ilahiye, aşk-ı ilahiye terk etmişti. Hazret-i ALLAH ’ a iman eden ve Hazret-i ALLAH ’ın bil cümle resullerinin inanan ve tabi olanlara rahmet hazineleri olduğunu, peygamber varislerinin, evliyaullahın dünyadan hiç eksilmeyip, manevi teşkilatın her an mevcudiyetini gören kalp gözümü, rahmet benliğimi geri vermişlerdi. Koşarak gittim Gavsü’l-a’zam’ın türbesine... O ziyaretim dostlar başına!..

Bilmeden düştüğüm bu hali üzülerek anlatmaya çalıştım. Örnek al da sende aynı duruma düşmeyesin.

Seher zevkin ne bilsin müstecânî, füsteri kalpler

Füyûzât-ı sabahı hasta-yı hicran olandan sor

Yani, seheri görmeyenler seherin zevkini nereden bilecekler. Sen seherin zevkini hicran çeken hastadan sor.” Seher vakti hikmet-i ilahiye cümle hastalara seherin zevki ile ifakat (ferahlık) verilir. Bu feyzi hicran çeken hasta iyi anlar. Her gün güneşi göbeğine doğduran, güneşin doğmasını dahi göremeyen hele görmediği seher zevkini nereden bilecek? Beni Adem füyuzat-ı ilahiden habersizdir. Adem insan olmadan taşlaştığını nereden anlayacak?

Muhterem hocam! “Taşı, toprağı niye ziyaret ederiz?” Anlatabildimse mutlu olurum. “Görmediğim ALLAH ’a ibadet etmem” diyen büyüklerimizin mezhebi ve meşrebi olan aşk-ı ilahiyi ve şeriat-ı garrayı bu yolda bulacaksın. Yoksa şahsi ve nefsani hazlarımıza hoş gelen, beni Adem’i korkutarak, cehennemden başka tesirli göstergeye muttali olamadın. “Şeriat” diye göstermeye kalkıştığın, yaratılan güzellikler dışı. Dünya güzelliklerini tedris etmiş kişilere dünyada halk edilen güzelliklerin de yaratıcısının Hazret-i Allah olduğunu anlatamadık. Onun için peygamberimiz efendilerimizin getirdikleri, kulların neşv ü nemâ bulmasının ALLAH tarafından ihsan edilen maddi ve manevi düsturunu bilemeden.

İlim adına yanlış anlatıyor ve yanlış yapıyoruz. Tatbikinde aşk rahmetinden uzak, zikren kesira emr-i ilahisinden uzak, sonsuz rahmet-i ilahinin af ve merhamet-i ilahisini yansıtmaktan uzak, içtihatsız bırakılan şeriat-ı garra günün şartlarına uymaktan uzak... Mekârim-i ahlaktan, tasavvufi yaşantıdan uzak... Allah’ın haram kıldığı günâh-ı kebâirler dışında yaratılmış güzellikleri kabul edemeyen bir ilim ihdas edildi! Ruha hulul edemeyen, ruha gıdayı veremeyen, beşeri tertip ve tanzimden de öte manaya gidecek yolu olmayan bir ilmin verdiği düstur ve prensipler (!). “Yaratılışın sırrı” olan insan olmaya namzet beni Adem’in davasına elbette cevap verecek gerçeğe ve güce sahip değildir...”

By_Carpe_Diem

Mesaj Sayısı : 35
puan : 20403
Kayıt tarihi : 21/04/10
Nerden : ANKARA

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

HACI HASAN GALİP KUŞÇUOĞLU (VİKİPEDİ) Empty HAYATINDAN BAZI KESİTLER( Diğer bir ziyaret ise Kudüs’tür ki anlatırken o hali hala canlı olarak yaşamaktadır.)

Mesaj  By_Carpe_Diem Perş. Nis. 22, 2010 4:53 pm

Diğer bir ziyaret ise Kudüs’tür ki anlatırken o hali hala canlı olarak yaşamaktadır. Hem sakal bırakmasını, hem ilk hac yolculuğunu, hem de Kudüs ziyaretinde kendisine halilim hitabının zuhurunu şöyle dile getirmektedir:

“Allah gani gani rahmet eylesin, çok toleranslı, çok müsamahalı, merhametli Hacı Mustafa Yardımedici Şeyhim, Mürşidim, Efendim bir gün bana dedi ki:

“--Galip Efendi, kırk yaşında sakalını bırak.”

Dedim ki: “--Efendim, ben kırk üç yaşımdayım!”

“--Peki, elli yaşında bırak” diye müsamaha gösterdiler.

66 senesinde sabah namazdan sonra manen emir verdiler: “Sakalını bırak. Hacca giderken iki parmağınla tutacak kadar olsun.” Bu ilahi emre çok sevinmiştim. Zira durumum ve imkanım hac etmeye müsait değildi. Manevi emirde “iki parmağınla sakalını tuttuğun zaman gideceksin” deniyordu. Manevi emrin “acabasız iman”a idi hitabı. O bahşettiği hasletimi Rabb’im korusun, cümleye iman yoksunluğu vermesin, amin.

Sene 1966. O günden bu yana sakalımı sünnet-i seniyyeye uygun bıraktım. O sene Rabb’im öyle ihsan etti ki, üzerime farz olarak, kayınpederim Şeyh Hacı Mustafa Efendi ile dört otobüs, hac yolculuğumuzun güzergahı Kudüs-i Şerifi ziyareti de Rabb’im kısmet etti. Kubbetü’s-Sahra da Muallak Taşı’nın bulunduğu taşın altında iki rekat namaz kıldık. Peygamber Efendilerimizin ayrı ayrı mihrapları var. Mihrapsız yer yok. Hangi mihraba yönelir, namaz kılar isen caizdir. Şeriatlar arası diyalogu orada görmek mümkün. Her mihrapta namaz kılmak insan olmaya namzet, birlik, beraberlik zevkini, manasını hissederek yaşayan, dinde ayrılık görmeyen ehl-i aşkın mihrapları burada... Mümkün mertebe çoklarında namaz kıldık.

Peygamber Efendimiz’in Mirac’a çıktığı yerde kayınpederimin arzusu ile fakir zikir halakası tanzim ederek Rabb’imin isimlerini o mübarek yerde doya doya zikrettik, sabah namaz vaktine kadar. Mescid-i Aksa tamir ediliyordu. Mescid-i Aksa’nın alt katında sabah namazlarını kıldık. Güneş doğduktan sonra diğer ziyaretleri yaptık. Cümle Peygamber efendilerimizin geçtikleri tevatüren söylenen hutte kapısından toplu halde İslam’ın giriş kapısı kelime-i tevhit çığlıkları ile geçtik. Hususi olarak otobüslerle EL-HALİL’e gittik. Her kutsal yerin hazzı, duygusu başka başka... EL-HALİL’İN hududundan girerken bana öyle bir hal oldu ki, izahı mümkün değil!... Hazret-i ALLAH ’ın “HALİLİM” yani “sevgilim” hitabını mana yapımla her an devamlı işitiyordu. Bu işitme kelime değil, hal tecellisi idi. İşitiyordum. Hitab-ı ilahinin sarhoşu olmuştum. Gözlerimden yaşlar boşalıyor, ihtiyarımla değil, gayr-ı ihtiyarı şelale misali akıyordu. Taraf-ı etrafımdan sıkılıyordum “riya zannederler” diye amma ihtiyarım akan yaşı durdurmaya yeterli değildi. Özellikle İbrahim (a.s.)’ın merkat-i şerifinde Rabbim koruduğu için deli olmadım da, ne mi oldum. ... Halâ o aşkın delisiyim. 24 saat kaldık. Yusuf (aleyhi’s-selam)’ın atıldığı kuyunun etrafında halaka kurduk. Rabb’imi zikrettik.

Sakın demeyesin “Hazret-i Allah ümmet-i Muhammet’ten aldı da beni İsrail’e niçin verdi?” İslam ve iman ölçüsü ile bu günahımızı bilse idik elbette ruha üzüntü veren bu zuhurat olmayacaktı.”

By_Carpe_Diem

Mesaj Sayısı : 35
puan : 20403
Kayıt tarihi : 21/04/10
Nerden : ANKARA

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

HACI HASAN GALİP KUŞÇUOĞLU (VİKİPEDİ) Empty Geri: HACI HASAN GALİP KUŞÇUOĞLU (VİKİPEDİ)

Mesaj  faruk şahin Salı Nis. 27, 2010 7:20 am

selamun aleyküm öncelikle arkadaşlar bu sayfada emeği gecen herkezden rabbım razı olsun ALLAH EMEĞİNİZİ BOŞA ÇIKARMASIN HERKEZE TEŞEKÜR EDERİM ALLAHA EMANET OLUN BAŞARILARINIZIN DEVAMINI BEKLERİM

faruk şahin

Mesaj Sayısı : 1
puan : 20341
Kayıt tarihi : 27/04/10
Yaş : 43
Nerden : ANKARA

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön

- Similar topics

 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz